Örf ve Adetlerin Dinle İlişkisi
Toplumların yapısında, yerleşmiş birtakım gelenek ve göreneklere örf ve adetler denir. Örf ve adetler toplum içinde doğal olarak gelişirler. Herhangi bir zorlamanın etkisiyle oluşturulmaları güçtür. Yasalar gibi sonradan oluşturulmuş kurallar dizisi olmayıp, toplumun beğenisiyle oluşurlar. Ülkemizde yaşayan insanların, uzun yıllar boyunca dinlerine büyük saygı göstermeleri, dinin emrettiği birtakım ibadetlerin toplum içinde zamanla örf ve adet biçimi almasına yol açmıştır.
Bir çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren din kaynaklı adetler devreye girer. Çocuğu olan baba, çevresine ikramlarda bulunur. Çocuğa isim konurken sağ kulağına ezan, sol kulağına kâmet okunur. Erkek çocuk, ailesinin uygun gördüğü bir yaşa geldiğinde törenlerle ve kutlamalarla sünnet ettirilir. Kız istenirken “Allah’ın emri Peygamber’in kavli” ile istenir. Evlenme törenlerinde çiftlerin mesut olması için dua edilir. Evlenen çiftler odalarına çekildiklerinde önce iki rekat namaz kılar, geleceklerinin hayırlı ve bereketli olması için dua ederler. Bir kimsenin ölümünde de cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, namazının kılınması, kabre gömülmesi yerleşik örf ve adetler üzerine yapılır ki, bütün bunlar aynı zamanda dinimizin birer emri veya tavsiyeleridir.
Toplumsal ilişkilerde de örf ve adetlerimizin büyük bölümü dinimizden kaynaklanmaktadır. Selamlaşırken en yaygın selam verme şekli olan “Selamünaleyküm” “Allah’ın selamı” olarak bilinir ki, bu doğrudur ve dili ne olursa olsun bütün İslam coğrafyasında Müslümanlar bu selamlaşma şeklini kullanırlar. Öbür yandan akraba, dost, hasta, kabir ziyaretleri İslam’ın teşvik ettiği işlerdir. Bu ziyaretler dinimizce son derece önemli görülmüş ve kurumlaştırılmıştır.
Bayramlaşmalar da örf ve adetlerimizde önemli yer tutar. Bayram gelmeden günler önce hazırlıklar başlar, evler temizlenir, yeni elbiseler alınır. Bayram günü, bayram namazıyla başlar, daha sonra büyüklerin elleri öpülür, çocuklara hediyeler, paralar verilir. Adet haline gelmiş bütün bu davranış şekilleri yüce dinimizin öngördüğü ibadetlerin toplumumuz tarafından benimsenerek, asırlar boyu uygulanması sonucu ortaya çıkmıştır.
Bizim toplumumuz, tarihten bu yana inançlı bir toplum olma özelliğini sürekli korumuş, hatta bu konuda “izleyici” konumundan ziyade “izlenen” konumunda olmayı tercih etmiş, pek çok alanda önderlik etmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Bağdat’ı fethedip halifeliği İstanbul’a taşımasından sonra toplumumuz, fiilen ve resmen İslam dünyasının lideri olmuş, Türklükle İslamiyet, diğer dine inanların gözünde aynı anlam ifade etmeye başlamıştır.
İslam dininin teşviki ve bu coğrafyada yaşayan insanların İslam dinine gönülden bağlanmasıyla, askerî alanda olduğu gibi bilimde, mimarîde, edebiyatta, musikîde dev gelişmeler olmuş, Avrupa “karanlık çağ” dönemini yaşarken Müslümanlar medeniyetin sembolü haline gelmişlerdir. Avrupa’daki aydınlanma ve yeniden yapılanma hareketlerini tetikleyen sebeplerden biri de Haçlı Savaşları sırasında Avrupalıların İslam dünyasındaki medeniyeti keşfetmiş ve onu kendi ülkelerine taşımış olmalarıdır.
Anadolu insanın sevecen, cana yakın, misafirperver, dürüst, çalışkan vb. yüce meziyetlere sahip olmasında İslam’ın rolünü kim reddedebilir? Asırlar boyunca çeşitli etnik ve dinsel renge sahip insanların iç içe dostça yaşamalarını, İslam’ın kardeşlik ve hoşgörü öğretisinin bir yansıması olmaktan başka neyle açıklayabiliriz? Mevlânâ’nın, Yunus’un Hacı Bektaş Velî’nin kana kana içtikleri pınar, İslam’dan başkası değildi. Askerî başarılar, büyük fetihler İslam’ın cihat anlayışının körüklediği cesur yüreklerle elde edilmiştir. Günümüzde de ülkemizde yaşayan insanların barış ve güven içinde olmaları, barış, sevgi ve hoşgörü dini olan İslam’ın kültürümüze iyice sinmiş olmasındandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder